Perşembe , 25 Nisan 2024

Sevk zinciri gelirse üniversite hastaneleri ne olur?

Sevk zinciri gelirse üniversite hastaneleri ne olur?

HELİN AYGÜN’ün kaleminden…

Sevk zinciri uygulaması başladığında, üniversitelerin mali açıdan oldukça sarsılacağı bildirildi. 11. Üniversite Hastaneleri Birliği Toplantısı’nda, sevk zincirinin olası etkilerinin değerlendirildiği rapor sunularak, üniversite hastanelerinin tüm gelirlerinin yüzde 3’lere düşebileceği vurgulandı.
Üniversitelerin sevk zincirinden ne şekilde etkileneceğini araştıran bir raporda, “18,5 milyon ayaktan hasta sayısı 2 milyona düşmüş olacak. Bu da, ayaktan hasta gelirinin, tüm gelirin yüzde 20’sinden yüzde 3’lere düşmesi demektir” denildi

Sevk zinciri uygulanmaya başlandığı takdirde, üniversite hastanelerinin toplam gelirlerinde yüzde 17-20 oranında düşüş olacağı tahmin ediliyor.
11. Üniversite Hastaneleri Birliği Toplantısı’nda sunulan raporda, sevk zincirinin olası etkileri değerlendirildi. Sevk zincirinin uygulanmasıyla üniversite hastanelerinin karşılaşacağı sorunları öngörerek, bunların doğru bir sağlık hizmeti işleyişini sağlayacak biçimde yapılandırılmasını irdeleyen raporda, hâlihazırda sevk zincirinin zorunlu olarak uygulanmadığı kaydedildi.
Hastaların her basamaktaki sağlık hizmeti sunucularına doğrudan başvurabildiği ve her türlü sağlık hizmetini alabildiği belirtilen raporda, bu uygulamanın, hastaların her türlü sağlık sorununda üniversite hastanelerine başvurmasına imkân tanıdığı vurgulandı. Üniversite hastanelerinin bu nedenle hasta sıkıntısı çekmediği ancak, özellikli hastalarla birlikte birinci veya ikinci basamak sağlık hizmeti sunucularında tedavi edilebilecek basit sağlık sorunu olan hastaların da bu hastanelerde iş yoğunluğu oluşturduğu ifade edildi.
Raporda, Sağlık Bakanlığı hastanelerinde poliklinik gelirinin tüm gelirin yüzde 35’ini aştığı, üniversite hastanelerinde ise bu oranın yüzde 20 olduğu dile getirildi. Raporda, “Performans uygulamasıyla birlikte, üniversite hastaneleri de az masraflı ve az riskli, gelir getirici bu hastaları tercih eder olmuştur. Gelirlerinin belli bir kısmını poliklinik hastalarının oluşturmasını kabul eder olmuşlardır. Örneğin; bazı üniversite hastanelerinde poliklinik geliri toplam gelirin yüzde 35’ine kadar gerçekleşmektedir. Halbuki arzulanan, poliklinik gelirinin toplam gelirin yüzde 20’sinin altında olmasıdır” denildi.

Hastaneye başvuru sayısı arttı
2010 yılı verilerine göre aile sağlığı merkezi sayısının 6 bin 367, muayene oda sayısının 20 bin 185 olduğu, Sağlık Bakanlığına bağlı olarak 33 bin 229 pratisyen hekimin görev yaptığı kaydedildi. Aile sağlığı merkezi başına düşen nüfusun 11 bin 579, aile hekimliği birimi başına da 3 bin 652 olduğu belirtilen raporda, yıllar içinde hastanelere toplam hasta başvurusu sayısının arttığına dikkat çekildi. 2006 yılında Sağlık Bakanlığına 189 milyon 422 bin, üniversite hastanelerine 12 milyon 588 bin, özel sektöre de 15 milyon 529 bin kişinin müracaat ettiği, bu rakamların 2010 yılında sırasıyla 235 milyon 172 bin, 20 milyon 98 bin ve 47 milyon 712’ye yükseldiği bildirildi. Bu rakamlara göre, 2002 yılında yıllık hastane başvurusu kişi başı 1,88 iken, 2010’da 4,11’e çıktığı, üniversitede ise 0,13’ten 0,27’ye yükseldiği ifade edildi.
Aile hekimi başına düşen nüfus azaltılmalı
Raporda, 2010 istatistiklerine göre aile hekimliğine başvuran hasta sayısının yıl boyunca 180 milyon olduğu, 20 bin aile hekimliği birimine düşen yıllık hasta başvuru sayısının 9 bin, günlük ise 36 olduğu kaydedildi.
Hastanelere başvuranların aile hekimine başvurması zorunluluğu durumunda, bir aile hekimliği birimine yaklaşık 50 başvuru ilave olacağı belirtilen raporda, şunlar dile getirildi:
“Günlük toplam başvuru sayısı 88 olacaktır. Sevk oranının yüzde 20 olarak gerçekleşeceğini öngörürsek, birinci basamak bir muayene biriminin muayene etmesi gereken hasta sayısı 70 olacaktır. Sevk zincirinin vazgeçirme etkisini göz önüne alırsak ve bunun en az yüzde 10 olarak gerçekleşeceğini düşünürsek, bu sayı en az 63 olarak ortaya çıkacaktır. Aile hekimlerinin görevi sadece hasta muayene etmek ve uygun gördüklerini sevk etmek değildir. Hastaları muayene ve tetkik etmenin yanında tedavi ve takiplerini yapmaları, ev ziyaretlerini gerçekleştirmeleri ve koruyucu hekimlik uygulamalarını yürütmeleri aile hekimlerinin görevleri arasındadır. Eğer birinci basamak sağlık hizmetinden yeterince verim almak isteniyorsa, bugünkü iş yükü ile değerlendirdiğimizde bile bir aile hekimliği birimine düşen günlük başvuru sayısının 30’un altına çekilmesi gerekir. Bu durumda, ‘kapı tutucu’ bir birinci basamak oluşturmak ve sevk zincirini bu tanım çerçevesinde hayata geçirmek için aile hekimliği birimi sayısının bugünkünün 2 katına, yani 40 bine çıkarılması gereklidir.”

Gelir yüzde 3’lere düşer
Raporda, sevk zinciri uygulamaya konduğunda, acil başvuruları dışında aile hekimlerine yılda 400-450 milyon arasında başvuru olacağı ifade edildi. Sevk oranının yüzde 10 olması durumunda 40-45 milyon; yüzde 20 olması durumunda ise 80-90 milyon hastanın sevk edileceği vurgulanan raporda, “Bugünkü durumda hastane başvurularının yüzde 7’si üniversite hastanelerine yapılmaktadır. 2010 yılında üniversite hastanelerinde 20 milyon başvuru, 1,5 milyon yatış ve 1 milyon 126 bin ameliyat gerçekleşmiştir. Ortalama 50 milyon sevkin yüzde 7’si üniversite hastanelerine yapılsa 3,5 milyon başvuru eder. Başvurunun azalmasından yatan hasta ve ameliyat sayısı çok fazla etkilenmeyecektir. Ancak, 18,5 milyon ayaktan hasta sayısı 2 milyona düşmüş olacak. Bu da, ayaktan hasta gelirinin tüm gelirin yüzde 20’sinden yüzde 3’lere düşmesi demektir. Sonuç olarak, üniversite hastanelerinin toplam gelirlerinde yüzde 17-20 arasında gelir kaybı olacaktır. Üstelik bu öngörü, üniversite hastanelerinin aynı zamanda ikinci ve üçüncü basamak sağlık hizmeti sunucusu olarak kabul edilmesi durumunda geçerli olacaktır. Aksi, çok daha olumsuz öngörüleri gündeme getirecektir” denildi.

Çözüm önerileri sunuldu
Raporda, üniversite hastanelerinin bu duruma düşmemesi için bazı çözüm önerileri de sunuldu. “Kapı tutucu”, yani hastaların sevk edilmeleri halinde üst basamaklara ulaşılabildiği bir sevk sisteminin, dünyada çok başarılı örnekleri olmasa da teorik olarak savunulabilen ve ekonomik olarak fayda umulan bir model olduğu belirtildi. Raporda, bunun ancak altyapı ve işleyişte zorunlu koşulların sağlanmasıyla uygulanabileceği dile getirilerek, çözüm önerileri şöyle anlatıldı:
– Tetkik, görüntüleme, girişimler dâhil her tür sağlık hizmetindeki israfın önlenmesi ve böylece bu işlemlerin birim fiyatlarının nispeten makul düzeylere yaklaştırılması için hasta ile ilgili bütün işlemleri kayıt altına alabilen ve ilgililerce paylaşılabilen bir elektronik kayıt sisteminin kurulması gereklidir. Ancak böyle bir altyapı ile birlikte uygulanırsa “kapı tutucu” sevk modeli etkili olarak hayata geçebilir.
– Aile hekimliği birimi sistemi oldukça yaygın olarak kullanılmakla birlikte, hastane veri tabanları ile yeterli iletişim kurabilecek bir yapıda değildir. Öncelikle bu hastane-aile hekimliği iletişim altyapısı kurulmalıdır. Birlikte sevk zincirinin uygulanması şarttır.
– Sevk zincirinin sağlıklı biçimde işleyebilmesi için bir aile hekimliği birimi en fazla 2 bin kişiden sorumlu olmalıdır. Aile hekimliği birimi sayısını olması gereken düzeye ulaştırmak ve buralarda çalışacak aile hekimliği uzmanlarını yetiştirmek için gerekli önlemler alınmalı, aile hekimliği uzmanlık eğitimine hız verilmeli ve aile hekimlerinin hastanelerde değil sahada uygulama yaparak yetiştirilmeleri sağlanmalıdır.
– SUT fiyatları hasta ağırlığına göre derecelendirilmeli, sevkli gelen komplike hastaları kabul eden hastanelerin mağduriyeti önlenmelidir.
– Kapsamlı birinci basamak sağlık hizmetini verebilecek ekipte görev alacak diğer sağlık mensuplarının yetiştirilmesi için üniversiteler sorumluluk üstlenmeli, YÖK ve Sağlık Bakanlığı iş birliği ile bu konuda hızla projeksiyon ve planlamalar yapılmalıdır.
– Yukarıdaki bütün şartların sağlanması sonucunda sevk zinciri uygulandığında üniversite hastanelerinin gelir kaybına uğramaması için:
Günümüzde eğitim hastanelerinin sağlık hizmetlerinin basamaklandırılmasında kriter olarak kullanılması yeterli değildir. Üçüncü basamak sağlık hizmetleri yeniden tanımlanmalı ve sadece bazı özel hizmetlerle sınırlandırılmalıdır. İl dışı sevklerde o ildeki eğitim hastanelerine prosedür içinde yer verilmelidir,
Azalan ayaktan hasta yüküne karşılık hastanelerin kaliteli hizmet yürütebilmesini teminen hastane hizmetleri birim fiyatları yükseltilmeli, başta üniversite hastaneleri olmak üzere hastanelerin sürdürülebilirliği güvence altına alınmalıdır,
Eğitimin yapıldığı hastanelerde eğitim ölçütleri belirlenmeli ve bu eğitim yüküne paralel olarak genel bütçeden ayrı bir ödenek ayrılmalıdır.
– Yukarıdaki modele uygun bir sevk zincirinin hayata geçirilebilmesi için zaman ve kapasite artışına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu açıklar kapatılıncaya kadar sevk zincirini özendirici tedbirler hayata geçirilmelidir. Bunun için birinci basamak özendirilmeli ve başvuru için hiçbir caydırıcı müdahale yapılmamalı, katkı payı, ücret vs. alınmamalıdır. Hasta olmaksızın yılda en az bir kez aile hekimine başvurmayı sağlayacak zorunluluk, teşvik, ödüllendirme vs. yapılmalıdır. Hastaların farklı basamaklardan hizmet almasına yasak getirilmeksizin, onları önce birinci basamağa yönlendirecek, doğrudan ikinci basamağa başvurmayı caydıracak teşvikler uygulanmalıdır. Bunun için hastanelerde sevkle gidenlerden düşük, sevksiz baş vuranlardan yüksek (en az 2 veya 3 katı) katkı payı alınabilir. Tanımlanan yeni üçüncü basamak (özel rehabilitasyon vs.) hizmetlerin yapıldığı yerlere sevk yapıldığında yine düşük katkı payı alınırken, doğrudan başvurularda bu katkı payları yüksek tutulmalıdır. Her basamakta ilaç kullanımında katkı payında ısrar edilmelidir. Kronik hasta tedavileri kanıta dayalı olmak koşuluyla katkı payından muaf tutulmalıdır. Bu reçetelerin aile hekimlerince yazılması teşvik edilmelidir.
medimagazin

Bir yanıt yazın